21 Mart 2014 Cuma

2013: EN İYİ 10 FİLM (Bölüm 2)

Dünden devam... 10-6 numara burada.




5. Tim’s Vermeer

Bu leziz belgesel pek izleyici bulamadı sanırım. Hollandalı ünlü on yedinci yüzyıl ressamı Johannes Vermeer’in (“İnci Küpeli Kız”) foto-realistik denebilecek gerçeklikteki eserlerini bir çeşit optik hile yardımıyla tamamladığını iddia eden Tim Jenison’ı takip ediyoruz. Jenison, bu iddiasını kanıtlamak için Vermeer’in “Müzik Dersi” adlı eserini aynı optik hileyle yeniden yaratıyor. Resim ve sanat tarihine ilgi duyanlar için mükemmel bir dedektiflik serüveni diyebiliriz.


4. Blue Jasmine

Şimdiye kadar izlediğim Woody Allen filmleri arasında “çok çok beğendiğim” veya “tamamen nefret ettiğim” hiçbir film olmadı. “Woody Allen aaabi, tam New York kafası,” fetişim yoktur yani. Blue Jasmine farklı. Cate Blanchett’in yavaş yavaş çözülen “kaybeden kadın” portresi bu sene izlediklerim içinde apayrı bir yerde, uzay kategorisinde. Yazısı burada.


3. The World's End

Evet, bu yıl en beğendiğim üçüncü film bir “komedi / aksiyon filmi”. Listeyi tamamen önyargısız oluşturduğumu söylemiştim. Hiç kompleks yapmaya gerek yok. “Komedi / aksiyon” etiketinin çok üstüne çıkan cin fikirli olay örgüsü ve özünde “büyümeyi” anlatan hikâyesiyle (zayıf noktamdır) yılın en keyifli seyirliğiydi The World’s End.


2. The Wind Rises

Alıştırdığından daha “yetişkin ve ciddi” bir konuyu, buna uygun bir üslupla anlatan Miyazaki, sevenlerini ikiye böldü sanırım – beraber izlediğim anime sever arkadaşım “fazla gerçekçi olmuş, normal dram gibiydi!” diye çemkirdi mesela; ama ben beklentimin çok çok üstünde memnun kaldım. “Normal dram gibi” bir hikâyenin, rüya gibi renkler ve görsellerle adeta coşturulması müthiş bir sinema başarısı değil midir?


1. Before Midnight

18 yıllık bir geçmişe sahip karakterlerin hikâyesini devam ettirmek bir yazar için büyük bir nimet olsa gerek. Yönetmen Richard Linklater ve oyuncular Ethan Hawke ve Julie Delpy, karakterlerin özüne sadık kalarak kusursuz bir üçleme finali yazmışlar (final olduğunu bilmiyoruz aslında ama bana göre öyle olmalı). Kağıt üzerinde “romantik bir fantezi” gibi görünse de, bana göre sevgiyi ve hayatı anlatan en gerçekçi film (serisi) budur. Bir benzeri daha gelir mi bilinmez, diyecektim ki, yönetmen Linklater’ın bu seneki filmi Boyhood “hepsi ve daha fazlası” olarak başımı döndürdü.


Adını anmaya değer bulduklarım:

Rush
Gravity
Saving Mr. Banks
The Place Beyond the Pines
Le Passé
All Is Lost
The Square

20 Mart 2014 Perşembe

2013: EN İYİ 10 FİLM (Bölüm 1)


2013 yılının en beğendiğim 10 filmini belirledim. Bu belirlemeyi Mart’ın sonlarına doğru yapmış olmam, ne kadar ince eleyip sık dokuduğuma dair bir kanıt olsun!

Elbette izlemediğim, veya izleyemediğim filmler var. Ama yine de, izleyebildiğim filmlerin oldukça geniş ve çeşitli bir seçki olduğunu düşünüyorum. Upstream Color’dan The Lone Ranger’a, Cutie and the Boxer’dan Ender’s Game’e, her türlü önyargımla savaştım.

İtiraf etmeliyim ki önyargılarım çoğunlukla haklıydı! Ama önyargıların esiri olsaydım, belki de aşağıda sıraladığım 10 harika filmi hiç seyredemeyecektim…



10. Stories We Tell

Bu listelerde 10 numara hep kıymetli gelir bana; 10 numara “bunu eklesem şu dışarda kalacak” yeridir çünkü. En sonda sıralayacağım filmler yerine bu filmi 10 numaraya eklememin en büyük sebebi, “az kişinin duyduğu bir belgesel ekleyeyim de karizma olsun,” değil de, bu filmi daha çok insana duyurmaasdşasdşasdş

Yok yahu, bayağı entel karizması olsun diye ekledim! Ama inanın temelsiz bir seçim değil. Genç bir kadının ailesiyle ilgili bir sırrın peşine düşmesini anlatan Stories We Tell’in başarısı, aslında “bundan bize ne?” dedirtecek bir hikâyeyi, ilgi çekici ve evrensel bir dille anlatmasında yatıyor. 109 dakikalık belgeselin sonunda ulaştığınız nokta, başından tahmin ettiğiniz nokta değil. Listeye eklediğime pişman değilim.


9. The Wolf of Wall Street

“Leonardo DiCaprio Oscar’ı çok hak etmişti ama :((” trenine hiç binmesem de, aklımdan çıkmayacak 2013 filmlerinden biri oldu bu film. Yazısı burada.


8. In a World…

Dublaj sanatı her zaman acayip ilgimi çekmiştir. İkisi de dublaj sanatçısı baba / kızın ilginç dinamiklerle örülü rekabetini anlatan In a World…, sırf bu sebepten beni kağıt üzerinde kazanmış olabilir. Bana göre yılın en rahat izlenen, en ilginç komedi filmi; aynı zamanda da yılın en açık biçimde feminist mesajlar taşıyan filmi. Senaryodaki mesajların da ötesinde, filmi yazan, yöneten ve oynayan kişinin genç bir kadın olması da (Lake Bell), feminizm adına büyük bir zafer olsa gerek.


7. Short Term 12

Amerikan bağımsız sinemasına ne kadar ürkerek yaklaşsam da (özenti öğrenci filmlerini anımsatan ve yapmacık sevimlilikler içeren örneklerinden bahsediyorum), bu filmi iyi ki izlemişim. Genç bir yönetmenin, klişelerle çabucak çirkinleşebilecek bir konuyu (açmayın sorunlu ergenler) kendinden bu kadar emin ve tutarlı bir şekilde aktarması takdire değer. Hiç tanımadığım isimlerden oluşan oyuncu kadrosu da senenin en iyilerinden.


6. 12 Years a Slave

“Zaten Oscar’ı aldı, benim listeme de girerse iyice götü kalkmasın,” diyerek buraya eklemeyecektim ama, hadi yine büyüklük bende kalsın! Yazısı burada.


 YARIN: En beğendiğim 5 film...


2 Mart 2014 Pazar

Sinema izleyicisi için sezon finali



Ekim ayında Türkiye’de sinema izleyicisi olmak ve film festivalleriyle ilgili oldukça karamsar bir yazı yazmıştım. Bu yılın Oscar adaylarından bahsederken de bu filmlere Türkiye’de yasal ortamlardan ulaşmanın zorluğundan yakınmıştım.

Aslında değişen pek bir şey yok da… O karamsar tonu biraz yumuşatacağım. Son aylarda olan biteni takip ederek ne kadar bezmiş, tiksinmiş, yılmış olursanız olun, “bu ülkede iyi şeyler de oluyor.”

Başka Sinema gibi bir oluşumun hayata geçmesi olsun, Uluslararası Bağımsız Film Festivali sayesinde yurtdışında bile yeni yeni gösterilen “merak unsuru” filmlerin izleyicilerle buluşması olsun; o umutsuz ruh halimi kovuşturdu biraz. (Cidden – çok çok beğendiğim ve önümüzdeki sene adını çok duyacağımıza inandığım Boyhood filmini Sundance ve Berlin’den sonra ilk olarak İstanbul izleyicisi izlemiş oldu; önemli şeyler bunlar.)

Evet, “iyi filme” sinemada ulaşmak kolay değil. Evet, sinemada iyi film arayan bilinçli izleyici de çok az.

Hatta bırakın bunları yahu. Bilinçli vatandaşların dahi kaba kuvvetle susturulmak istendiği bir iklimdeyiz. Ülkenin aydınları politik, zenginleri dokunulmaz, dokunulmazları zengin olmuş. Demokrasisi fiilen bitmiş.

Buna rağmen, her şeye rağmen, kültür ve sanat etkinliklerine ilgi gösterip bilet alan insanları festival salonlarında gördükçe çok farklı şeyler hissediyorum.

Sanırım demek istediğim şey… daha kötü durumda da olabilirdik?

*

Kişisel olarak, keyifli bir “sinema yılı” yaşadım denebilir. İzlemek isteyip de izleyemediğim son birkaç film kaldı; onları da tamamlayıp 2013 yılının en sevdiğim filmleri önümüzdeki haftalar içinde sıralayacağım.