31 Ağustos 2011 Çarşamba

Sinema: Ey, sinema üzerine yorum yapan Türk genci!

Herkesin bildiği, muhabbetlerde zaman zaman konusu açılan, klasik filmler vardır ya. İşte bunları herkes biliyor ama siz bilmiyorsanız fena oluyor. Hani çevrenizdekiler “Aaa, hani Kuzuların Sessizliği’nde vardı bu,” ya da The Shining’e gönderme yapmışlar” gibi şeyler söylerken siz kafanızı sallarsınız ya, bilmediğinizi çaktırmamak için! İşte çok fena bir şey o. Üstelik ne kadar çok film izlemiş olursanız olun, muhakkak izlemediğiniz filmin muhabbeti açılır! Kimse Vertigo’dan bahsetmez ama Little Children hakkında susmak bilmezler! Sinir bozucu.

İşte şu sıralar film kültürümdeki bu büyük delikleri doldurmaya çalışıyorum. Kısa süre içinde arka arkaya The Shining, Alien, The Silence of the Lambs gibi filmler seyrettim, psikolojim çok bozuldu! Il Buono, il brutto, il cattivo, hemen ardından Wo hu cang long derken iyiden iyiye kafam karıştı. Daha yolun yarısında bile değilim, IMDb Top 250’ye göre gidiyorsam izlemem gereken 150 film daha var.

Her izlediğim filmden sonra internete girip seyircilerin yazdığı yorumları da okuyorum, uzun iş yani.

Fakat bir ara durup yaptığım işi düşündüm.

Yüz binlerce sinema izleyicisinin ortak kanaati ile oluşturulan listeleri takip ediyoruz. Paylaşım siteleri sayesinde eski filmlere daha kolay ulaşabiliyoruz. Sonra da oturup çeşitli sitelere yorumlar yazıyoruz. “Film izlemek” bireysel bir aktivite değil artık: Bütün aşamalarını (seçme – izleme – yorum yapma) topluluk ile beraber yaptığınız bir aktivite.

İnternet kültürü, sinema kültürünü nasıl etkiledi?

İşte bu noktada, Türk seyircide büyük bir kafa karışıklığı görüyorum!

Sinema sitelerimizde, sözlüklerde 3 çeşit seyirci var. Sıralıyorum.

1) “Adamlar yapmış abi.” seyircisi: Bu tür seyirci beğenmeye koşullanarak izlemiştir filmi. Belli ki bir listenin üst sıralarından seçmiştir, veya bir sözlükte çok iyi yorumlar görmüştür, gaza gelmiştir. Filmi çok beğenmiş ve etkilenmiş olabilir, normaldir; ama bunu ifade ediş biçimi Türk işi fanatizmin doruk noktalarında gezer. “Efsane film!!!”, “Tam anlamıyla bir başyapıt. Nokta!!!!” veya “Bu filme bile bok atanlara yuh demek istiyorum” gibi yorumlar arasında bu filmin nesini beğenmişler, ya da beğenmeyenlere niye öfkelenmişler, bu soruların cevabını bulmak güçtür. Ama film güzeldir, orası kesindir, sonuçta “adamlar yapmış abi”! (İlgili tespit: Mesela Ömür Gedik’in gudik sinema yazıları bu grupta bence!)

2) “Yapıldığı zamana göre güzel olabilir ama ben izlerken sıkıldım.” seyircisi: Özellikle klasik filmlerin altında yer alan yorumlar bu tip seyircilerle dolu. Korku, gerilim, macera/aksiyon türündeki eski filmler, 2000’li yıllarda değişen “eğlence” algısı ile beraber, zaman testine pek iyi dayanamıyor gibi görünüyorlar. İnternet listelerinin üst sıralarını dolduran bu filmler, bu sayede yeni nesil seyircinin de dikkatini çekiyor, ama onları etkilemeyi başaramıyorlar. Bu yeni nesil seyirci, belki “emeğe saygı” duyuyor ama, düşündüğünü dile getirmekten de geri kalmıyor; “Şimdi çekilse kimse izlemezdi”, “Nasıl bu kadar beğenilmiş anlamadım”, “Kubrick değil de başkası çekseydi kimse yüzüne bakmazdı” yorumları gırla gidiyor.

3) “Beğenmediyseniz anlamadınız demektir, GERİ ZEKALILAR!!!” seyircisi: Bir önceki kategorinin can düşmanı. Bu seyirciler fanatiği oldukları klasik filmin birileri tarafından beğenilmeme ihtimalini kaldıramazlar! Söz konusu film o kadar sembollerle dolu, o kadar alt metin zenginidir ki; beğenmemiş olmanız sizin cahilliğinizi, beğenmeniz de yüksek kültür seviyenizi kanıtlar! “Beğenmedim çok sıkıcıydı yeaaa,” diyen yorumcu, “Bu film aslında Amerikan halkının Kızılderili soykırımı karşısındaki unutkan ve umursamaz tavrını anlatıyor, sen bunu bile anlamadan konuşamazsın DANGALAK!!!” cevabını almaya mahkum. Bu gruptaki seyircinin çok aşırı bir örneği olarak, tartışılan filmdeki bütün ıvır zıvır sembolleri, alegoriyi, alt metni vs. sıraladıktan sonra, sözlerini “Zaten internetten bedava film izleyerek yorum yapamazsın, sen tam bir Tayyipçisin, TAYYİPÇİ!!!!” diye tamamlayan gözü dönmüş bir manyak da görmüştüm.

İşte bu üç çeşit seyirci, sinema forumlarımızda ve sözlüklerde yıllardır birbirlerini yiyip durdular! İnternet kültürü ve sosyal ağlar, bizi bir araya getirmekten ziyade, daha çok kutuplaştırdı – sadece sinema için değil, gündemdeki her şey için geçerli bu.

Şimdi, yanlış anlamayın. Karşıt görüşlerdeki insanlar tabii ki tartışsınlar, fikirlerini ortaya koysunlar, kapışsınlar. Ama unuttuğumuz şey şu: Sinema zevki sübjektiftir. IMDb’de 636 bin 682 kişinin The Shawshank Redemption’ı çok beğenmiş olması, onun yapılmış en iyi film olduğunu göstermez. Daha fazla zevk aldıysanız, yapılmış en iyi film sizin için The Princess Diaries bile olabilir. Veya The Princess Diaries’den tiksinmiş olmanız, o filmi başkasının sevemeyeceği anlamına gelmez.

Sinema zevki sübjektiftir.

Yaptığımız bütün yorumlar, içerdikleri sebep-sonuç ilişkisine dayalı gözlemler kadar değerlidir. “Beğendim çünkü…” veya “Çok kötüydü çünkü…” ile başlayan yorumlar, belki tartıştığınız kişinin fikrini değiştirmeyecektir (zaten ne değiştirebilir ki?), ama en azından tartışmalarımız değer kazanır, bir düşünce dile gelmiş olur.

Saydığım üç kategoriye gelince. “Adamlar yapmış abi.” seyircisi için diyecek lafım yok. Hatta ben bu adamları seviyorum; “sebep-sonucu” tamamen yoksaysalar da, en azından izlemişler, beğenmişler ve başkalarına öneriyorlar. Makul. Haa ama bu seyircilerin arasından “ben bir sinema yazarıyım, SİYAD üyesiyim, hömm” diye geçinen bir Ömür Gedik çıkarsa o noktada ifrit olurum, gerilirim, onu belirteyim!

“Yapıldığı zamana göre güzel olabilir ama ben izlerken sıkıldım.” seyircisi, o eski filmleri izlemeniz karşılığında kimse size çılgın bir eğlence vaat etmiyor. Özellikle korku veya görsel efekte dayalı filmlerin günümüzdeki örneklerinin çok daha dinamik ve gerçekçi bir deneyim sunduğu zaten ortada, ama güzel film her zaman güzeldir. Beğenmediyseniz çekildiği döneme veya ünlü yönetmenine çamur atmayın, açık açık söyleyin, ne var bunda, sonuçta “sinema zevki sübjektiftir”! Mesela ben The Shining’i beğenmedim! Oh valla söyledim rahatladım.

“Beğenmediyseniz anlamadınız demektir, GERİ ZEKALILAR!!!” seyircisi; en çok sana kılım. Sebep-sonuç iyidir dedik ama vur diyince öldürüyorsun. Bir filmi beğenmek için süper dikkatli bir sembol çözücü veya alt metin okuyucu olmaya gerek yok. Hatta bana kalırsa iyi film, semboller üzerinde yükselir ama sembolleri çıkarıldığında da ayakta kalabilmelidir. Diğer seyirciler üzerinde entellik taslayarak kendimizi tatmin etmeyelim, daha mütevazı takılalım bence, ha?

Sevgili okuyucular, gelin bu toplumsal kavgayı beraber çözelim! Hollywood’un Türk milleti üzerinde oynadığı oyunlara gelmeyelim! Milli birlik yolunda önemli bir adım atmak istiyorsanız bu yazıyı herkesle paylaşın bence! Ha tabii unutmayın, bunların hepsi benim sübjektif görüşüm…

Sinema: Horrible Bosses


Horrible Bosses’ın üç kafadarının anlık öfkeyle en başta kavrayamadıkları şey şu: Birine çok öfkelenseniz de, nefret ettiğiniz kişinin vahşi bir cinayeti herkesten fazla hak ettiğine gerçekten inansanız da, öfke geçer. Çoğu zaman fark edemediğimiz bir bilgi bu. Bir gün olur da bir tarafıma dövme yaptırırsam bunu yazdıracağım, ki her zaman aklımda bulunsun. Ciddiyim. ÖFKE GEÇER.

Bu tavsiye, özel ve profesyonel hayatınızda karşılaştığınız birçok problemin üstesinden soğukkanlılıkla, kolayca gelmenizi sağlayabilir; fakat Horrible Bosses’ta kimsenin böyle düşünmemesi tamamen biz seyircinin şansı: Çünkü ortaya çıkan durum gerçekten komik.

Yazının tamamı:

http://www.sivrisinema.com/komedi/patrondan-kurtulma-sanati-horrible-bosses-2011/

14 Ağustos 2011 Pazar

Sinema: Rise of the Planet of the Apes


1968 yapımı ilk Planet of the Apes, hem yarattığı alternatif dünya ile seyircide merak ve hayret uyandırıyor, hem de içerdiği mesajıyla seyirciyi insanoğlunun evrendeki rolünün haklılığını sorgulamaya itiyordu. Film, bir aksiyon/macera filmi olarak değil, tamamen ve sadece bu iki değer üzerinde yükseliyordu.

2011 yapımı Rise of the Planet of the Apes, belki de işlediği konu nedeniyle (maymunlar nasıl bilinç kazanmışlar ve hangi motivasyonla dünyaya hükmetmişler?), bu iki değerden yoksun. Üstelik orijinal yapımdaki karizmatik Charlton Heston yerine, oyunculuğu gözümde sonsuza dek 2011 Oscar Ödül Töreni’ndeki dengesiz ve umursamaz tavırlarıyla lekelenmiş James Franco ile idare etmek zorunda. Bu eksiklikler nasıl kapatılmış peki? Çağırın Andy “Gollum” Serkis’i, dayayın efekti CGI’yı, olsun size mis gibi film.

Eh, mis gibi olmamış işte.

Maymun/insan dostluğu sahneleri yürek ısıtan cinsten olsa da, son 20 dakikadaki çatışma sahneleri son derece sürükleyici ve başarılı çekilmiş olsa da; orijinal filmin pek güzel işlediği sosyopolitik mesaj olmadan “Maymunlar Gezegeni” fikrinin hafif bir fantastik maceradan öteye gitmesi mümkün değil.

Orijinal film “İnsanlar vahşi yaratıklardır ve yıkım getirirler” deyip, özellikle çekildiği Soğuk Savaş dönemi hükümetlerine adeta bir uyarı niteliği taşırken, 2011 yapımı Rise of the Planet of the Apes aynı distopik fanteziyi kullanarak bize ne demeye çalışıyor? Hayvan deneylerini mi eleştiriyor? Kapitalist ilaç firmalarını mı? Bu fikirlerin hiçbiri filmin sonuna kadar takip edilmiyor.

Filmde birçok sahne 1968 versiyonunun adeta aynası niteliğinde; Parlak Göz’ün kafesinden ortalığı birbirine katarak kaçışından tutun, klasikleşmiş “Kirli pençelerini üzerimden çek, seni lanet olası iğrenç maymun!” repliğine kadar bir sürü göndermeyle dolu. Fakat bu hoş detaylar bir handikapı da beraberinde getiriyor: Eğer bu film orijinal filmi hatırlatmak için bu kadar uğraşmasaydı, ben seyirci olarak hiçbir mesaj aramadan, basit bir aksiyon filmi olarak izlerdim Rise of the Planet of the Apes’i. Bu haliyle ise ne olmak istediğine karar verememiş, karaktersiz bir film görüyorum karşımda. Beklentileri sinema lobisinde bırakarak gayet eğlenceli bir 100 dakika geçirebilirsiniz, ama daha fazlasını aramayın.

Not: Maymun Ceasar’ı oyuncu Andy Serkis’in canlandırdığını bilerek izledim ve pişmanım; maymuna her baktığımda Gollum’u, hatta Serkis’in bizzat kendisini gördüm! Başkasına da oldu mu bu?

Not 2: Arkadaşımın tek cümlelik “Maymunlar Cehennemi” eleştirisi: “Çok fazla maymun vardı.”


10 üzerinden 6.5